İŞYERİ KAPANMASININ İŞE İADE SÜRECİNE ETKİSİ NEDİR?

  1. İşe İade Davasının Amacı ve Hukuki Dayanağı

İşe iade davasının temel dayanağı olan iş güvencesi ilkesi, modern iş hukukunun temel yapı taşlarından biridir. Çalışanın ekonomik bağımlılığı ve işverenin yönetim yetkisi dikkate alındığında, iş ilişkisinin tek taraflı olarak sonlandırılmasının belirli kurallara bağlanması, çalışanın korunması açısından büyük bir öneme sahiptir. Bu kapsamda, 4857 sayılı İş Kanunu’nun madde 18’de“Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.” şeklinde düzenlenen işe iade davası, iş güvencesi sisteminin merkezinde yer alır.

Uygulamada ise, her fesih türü işe iade talebine aynı şekilde imkân tanımamaktadır. Özellikle işyerinin tamamen kapanması veyahut faaliyetlerin durması durumunda, işe iadenin hukuken mümkün olup olmadığı tartışmalı hale gelmektedir. Zira işverenin faaliyetlerine son verdiği bir işyerine çalışanın yeniden işe başlatılması, hem fiilen hem de hukuken güçlükler doğurmaktadır. Bu nedenle işyerinin kapanması, işe iade davalarının en kritik tartışma konularından biri olarak hem yargı içtihatlarında hem de arabuluculuk uygulamalarında farklı yönleriyle ele alınmaktadır.

  1. İşyerinin Kapanması: Geçerli Fesih Sebebi mi?

4857 Sayılı İş Kanunu madde 18’e göre işveren, iş sözleşmesini feshederken geçerli bir neden göstermek zorundadır. Bu neden, çalışanın kişisel performansına ya da davranışlarına dayanabileceği gibi, işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan nedenlere de dayanabilir. İşyerinin kapatılması, çoğu zaman işyeri gereklerinden kaynaklanan geçerli bir neden olarak kabul edilmektedir.

Yargıtay içtihatlarına göre, işyerinin kapanması durumunda işverenin işe iade yükümlülüğü fiilen ortadan kalkmaktadır. Zira çalışanın iade edileceği bir işyeri artık mevcut değildir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken temel unsur, işyerinin gerçekten kapatılıp kapatılmadığı ve bu kapatmanın sübjektif mi yoksa objektif nedenlere mi dayandığıdır.

İşverenin, işe iade talebinden kurtulmak amacıyla işyerini kapatmış gibi göstermesi, Mahkemece dürüstlük kuralına aykırılık olarak değerlendirilebilmektedir. Mahkemece işyerinin gerçek anlamda kapatılmadığını, başka bir adreste ya da unvan altında faaliyetin sürdüğünü tespit edilirse, feshin geçersizliğine ve işe iadeye karar verilebilmektedir. Bu nedenle işverenin, işyerinin kapatıldığına ilişkin somut ve resmi belgelerle bu durumu ispat etmesi zorunludur. Dolayısıyla işverenin savunması ancak şeffaflık ve ispat gücü ile değer kazanmakta; aksi halde işe iade yönündeki taleplerin mahkemece kabul edilme ihtimali artmaktadır.

Tüm bunların yanında bazı durumlarda işyerinin kapanması veyahut faaliyetlerinin kalıcı biçimde durması, fesih anında değil, işe iade davası devam ederken gerçekleşebilir. Bu durumda, mahkeme davayı açıldığı tarihteki koşullara göre ve davanın tarafları bakımından hukuki yararı da göz önünde bulundurarak değerlendirir; yani fesih tarihinde işyerinin faal olup olmadığı ile davanın tarafları bakımından hukuki yararın tam anlamıyla ortadan kalkıp kalkmadığı hüküm kurulurken esas alınacaktır. Ancak yargılama sürecinde işyerinin tamamen kapanması ya da faaliyetlerin kalıcı olarak durması halinde, işe iade kararının fiilen uygulanma imkânı ortadan kalkar. Böyle durumlarda Mahkemece, işe iade kararı verse bile işçinin işe başlatılması artık mümkün olmayacağından, genellikle kararın sonuçları işçilik alacakları bakımından hükmedilmiş olan tazminatlarla sınırlı kalacaktır. Yargıtay uygulamasında da, dava sürecinde işyerinin kapanması veyahut faaliyetlerini devamlı olarak durdurması halinde çalışanın işe başlatılamayacağı, ancak işe başlatmama tazminatı ve diğer işçilik haklarının ödenmesi gerektiği yönünde istikrar kazanmış bir yaklaşım bulunmaktadır.

  1. Arabuluculuk Sürecinde İşyerinin Kapanmasının Değerlendirilmesi

7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile işe iade talepleri bakımından arabuluculuk süreci, dava şartı haline getirilmiştir. Ancak işyerinin tamamen kapandığı veyahut faaliyetini durdurduğu durumlarda, arabuluculuk görüşmeleri daha çok iş akdinin feshinden kaynaklı alacakların tümünde rakamsal anlamda anlaşmaya varma haline dönüşmektedir. İşe iadenin fiilen mümkün olmaması, işe başlatma talebinin artık somut bir karşılığı kalmadığı anlamına gelir. Bu gibi durumlarda işe iade istemi, daha çok tazminat ve diğer işçilik alacaklarının belirlenmesine yönelik bir sürece dönüşmektedir. 

  1. Sonuç

İşyerinin kapanması, işe iade sürecine hem hukuki hem de fiili açıdan doğrudan etki eden bir durumdur. Gerçek anlamda kapanan bir işyerinde çalışanın yeniden istihdamı mümkün olmadığından, işe iade kararının verilmesi de fiilen anlamını yitirmektedir. Ancak işverenin bu durumu kötüye kullanarak, gerçekte faaliyetlerine devam ettiği hâlde kapanma iddiasında bulunması, bir başka deyişle bir muvazaalı kapanma, yargılamada incelenecek bir husustur. Yargıtay uygulamalarında da görüldüğü üzere, kapatma iddiasının samimi olmadığı veya faaliyetlerin başka bir ad altında sürdürüldüğü tespit edilirse, feshin geçersizliği ve işe iadeye karar verilebilmektedir.

 

Öte yandan, bazı durumlarda işyerinin kapanması fesih anında değil, işe iade davası devam ederken gerçekleşmektedir. Bu durumda mahkeme, fesih tarihindeki koşulları esas almakla birlikte, dava sürecinde faaliyetin tamamen sona ermesi hâlinde işe iade kararının fiilen uygulanabilirliği ortadan kalkmaktadır. Böyle durumlarda kararın sonuçları, genellikle işe başlatmama tazminatı ve diğer işçilik alacaklarıyla sınırlı kalmaktadır.

 

Sonuç olarak, işyerinin kapanması işe iade talebini hukuken sınırlasa da, çalışanın haklarını ortadan kaldırmaz. Hem arabuluculuk hem de yargı süreçleri, işverenin kapatma kararını dürüstlük kuralı çerçevesinde alıp almadığını denetleyerek, çalışanın olası mağduriyetinin tazmin edilmesine imkân sağlamaktadır.

 

Avukat Zeliha Nur Yıldırım